İnsanların yerleşik hayata geçerek ilk köy yerleşmelerini kurduğu, tarım ve hayvancılığa bağlı olarak da üretici yaşam biçimini benimsedikleri Neolitik Dönem (İ.Ö. 7500-5500), bölgede mimari kalıntılarla tespit edilememiş olmakla birlikte, Ankara Kalesi ve Çubuk Çayı civarında ele geçen bazı buluntular, bölgenin yerleşim tarihinde bir kesinti olmadığını gösterir. Daha gelişmiş köy yerleşmelerinin görüldüğü ve madenin bilinçli olarak kullanılmaya başlandığı Kalkolitik Dönem (İ.Ö. 5500-3000)’de, Ankara yakınlarında yapılan yüzey araştırmalarıyla çeşitli merkezler saptanmıştır. Bunlardan kazısı yapılmış olan Karaoğlan ve Yazırhöyük’te bazı mimari kalıntılar ve küçük buluntular açığa çıkarılmıştır.
Şehir kültürünün ortaya çıktığı ve insanlara alet ve silah yapımında büyük avantaj sağlayan, bronz ya da tunç olarak adlandırılan sert alaşımın keşfedildiği Eski Tunç Dönemi’ne (İ.Ö. 3000-2000) gelindiğinde ise bölgenin daha yoğun bir biçimde iskân edildiği görülür. Modern şehrin sınırları içinde Ahlatlıbel, Beytepe Höyüğü, Çankırıkapı, Eti Yokuşu, Koçumbeli ve Yumurtatepe, Ankara yakınlarında da Asarcık, Bağlıca, Bitik, Çay Yolu, Çerkezhöyük, Çıngırdaklı Tepe, Gordion (Yassıhöyük), Hasanoğlan, Karaoğlan, Karayavşan, Külhöyük, Polatlı, Taşpınar ve Yazırhöyük, bu dönemin önemli merkez ve buluntu yerleri arasındadır.
Anadolu’da daha çok Orta Tunç Çağı (İ.Ö. 2000-1550) ve Geç Tunç Dönemi (İ.Ö. 1550-1200) olarak adlandırılan dönem, Ankara’yı da kapsayan Orta Anadolu Bölgesi’nde Assur Ticaret Kolonileri (İ.Ö. 2000-1750), Eski Hitit Devri (İ.Ö. 1750-1460) ve Hitit İmparatorluk (İ.Ö. 1460-1200) dönemleri olarak üçe ayrılır. Assur Ticaret Kolonileri Dönemi, Anadolu’nun Mezopotamya Eski Assur Devleti ile yoğun ticari ilişkiler kurduğu dönemdir. Bu ilişkiler sonucu, Assurlu tacirler Mezopotamya’da kullanılan çivi yazısını da beraberlerinde getirmişler ve böylece Anadolu’nun tarihi dönemlere girmesini sağlamışlardır. Ancak, Helenistik Dönem’e kadar yazılı belgeler Ankara hakkında herhangi bir bilgi vermez. Ankara civarındaki Gordion (Yassıhöyük), Külhöyük ve Polatlı, bölgede bu dönemin varlığını gösteren merkezlerdir. Ayrıca, Ankara yakınlarındaki Asarcık, Bitik ve Karaoğlan’da da, Eski Tunç Dönemi’nden Orta Tunç Dönemi’ne geçişi gösteren buluntular elde edilmiştir. Önce Orta Anadolu Bölgesi’nde bir devlet kuran, daha sonra bu bölgenin doğusu, güneyi ve kısmen de batısına yayılarak bir imparatorluk haline gelen Hititler, Anadolu’da merkezi devlet anlayışını ilk gerçekleştiren kavim olmaları bakımından büyük bir önem taşır. Ankara civarında Hitit kültürünü ortaya koyan merkezler Asarcık, Bitik, Gâvurkale Kaya Anıtı, Gordion (Yassıhöyük), Karalar, Karaoğlan, Külhöyük ve Taşpınar olarak karşımıza çıkar. Ayrıca, şehrin çeşitli kesimlerinde ele geçen Hititler’e ait arslan ve sfenks tasvirleri de önem taşır.
Hitit imparatorluğu’nun, İ.Ö. 1200 yıllarında Boğazlar üzerinden Anadolu’ya giren Deniz Kavimleri, ya da Ege göçleri olarak adlandırılan istila nedeniyle yıkılmasından sonra, tüm Anadolu’da olduğu gibi, Ankara ve yakın çevresinde de yazılı belgelerin bilgi vermediği birkaç yüzyıl süren karanlık bir dönem söz konusudur. Anadolu’da Demir Dönemi’ni (İ.Ö. 1200-333) başlatan bu gelişmeden sonra, Ankara’nın İ.Ö. 8.-7. yüzyıllarda Phrygler’in egemenliği altına girdiği görülür. Anadolu’ya Hititler’i yıkan göçlerle birlikte geldikleri düşünülen Phrygler, İ.Ö. 9.-8. yüzyıllarda Ankara merkez olmak üzere Afyon, Kütahya ve Eskişehir civarına hakim olarak bir devlet kurmuşlardır. Ankara’daki Phryg varlığı, modern şehrin sınırları içinde Ankara istasyonu civarında, Belediye Binası yanında, Çankırıkapı’da, Hacı Bayram Camii yakınındaki Augustus Tapınağı’nın ve Türk Tarih Kurumu binasının temellerinde ele geçen buluntular, Anıtkabir ile Atatürk Orman Çiftliği arasında yer alan tümülüsler ve şehrin çeşitli yerlerinde bulunan Ankara kabartmaları adıyla anılan kabartmalarla kendini gösterir. Phryg buluntu yerlerinin modern şehir içindeki bu dağılımı, sonraki dönemlerde Ankara’nın çekirdek kısmını oluşturan Kale çevresindeki bölgeye ilk kez Phrygler zamanında yerleşildiğini ve bu kesimin güneybatısında da bir mezarlık alanı bulunduğunu gösterir. Bunlara ek olarak, Ankara yakınlarındaki Bağlıca, Bitik, Gâvurkale, Polatlı ilçesinde yer alan Phryg başkenti Gordion (Yassıhöyük), Hacı Tuğrul, Halilören ve Karaoğlan gibi merkezlerde ele geçen buluntular da, Phryg varlığının sadece şehrin merkeziyle sınırlı kalmadığını kanıtlar. Phrygler, Kafkasya üzerinden Anadolu’ya giren göçebe Kimmerler’in, İ.Ö. 7. yüzyılın başlarında yaptıkları sürekli akınlar karşısında dayanamayarak yıkılmıştır. Kimmerler, İ.Ö. 695 yılında Gordion’u ele geçirerek tahrip etmişler ve bir söylentiye göre Phryg kralı Midas da, üzüntüsünden çok miktarda boğa kanı içerek intihar etmiştir. Ankara adının geçmişi ile ilgili anlatılar da bu dönemle birlikte başlar. Yunan dilinde çapa, çıma anlamına gelen ve bir destanla özdeşleştirilen adın aslı ve anlamı tartışmalıdır. Özellikle, Hitit belgelerinde kent ve yöre adları arasında anılan Ankurawa ile Ankuwa‘dan birisinin ismin asıl biçimi olup olmadığı üzerinde çeşitli görüşler belirtilmektedir. Kesin bir sonuç elde edilememiş olmakla birlikte Yunan ağzında Ankyra biçimine bürünen Anadolulu adın aslının, hiç değilse o dönemde Ankura yani Ank(a)-ura Yüce Anka olduğu güvenle söylenebilir. Bir başka yoruma göre; Ankurawa adı, ura ve uwa‘nın bilinen anlamları çerçevesinde, ancak Yüce Anka Tapınağı olarak anlaşılabilecektir. Yörenin Ana Tanrıça kült bölgesi olduğu, bugün Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenen Frig dönemi Ana Tanrıça heykelleriyle de kanıtlanmaktadır. Ayrıca Ankyra yani Ank(a)-ura, Yüce Anka bölümünün Ana Tanrıça’yı anlattığını gösteren belirtilerden birisi de, Simav yakınlarındaki Ankyra kentinin sikkelerinin arka yüzünde Ana Tanrıça tasvirinin yer almasıdır.
Ankyra (Ancyra=Gemi Çapası) adı da, efsanevi Frig kralı Midas’ın, şehri bir gemi çapası bulduğu yerde kurmuş olmasından kaynaklanır. Amiannos, Anabasis adlı yapıtında Makedonya kralı İskender’in İ.Ö. 334-333 yılında Gordion’dan sonra Ankara’ya uğradığını anlatırken kenti Ankyra adı ile anmaktadır. İlk kez Frigler döneminde kullanılmaya başlandığı kabul edilen Ankyra (Ancyra) ismi, bir söylenceye göre de Tektasoglar ile Seleukoslar arasında İ.Ö. 250 civarında kentte gerçekleşen savaştan kaynaklanmaktadır. Seleukoslar’ı yenerek Toroslara kadar çekilmelerini sağlayan Tektasoglar, bu zaferin anısına Ptolemaios’un denizcilerinden aldıkları altın çapayı kentlerinin adı için seçmişlerdir. Ancak bu adın, yüzyıl önce, Büyük İskender’in, Gordion düğümünü kestiği zaman da kullanıldığı ileri sürülür. Ankyra adından sonra şehir için Ankagra, Ortaçağ’da Avrupalı yazarlarca Angora ve Arap yazarlarca da Engürü isimlerinin kullanıldığı görülür. Ankara ismi ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 17. yüzyıldan itibaren yerleşir.
Ankara Phrygler’den sonra, İ.Ö. 7. yüzyılda Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük Menderes vadilerini kapsayan bölgeye egemen olan ve tarihte para basımını ilk gerçekleştiren kavim olarak bilinen Lydialılar’ın eline geçmiştir. İ.Ö. 680 yılında Lydia tahtına çıkan Mermanad sülalesinin kurucusu Gyges, Assur kralı Assurbanipal’in de yardımıyla Kimmer tehlikesini ortadan kaldırarak, kısa sürede topraklarını Halys (Kızılırmak) nehrine kadar genişletmiştir. Bu arada Önasya’da büyük bir güç haline gelmiş olan Medler’in de, Anadolu içlerinde ilerleyerek Lydia sınırına kadar dayandıkları görülür. İki devlet arasındaki çekişme nedeniyle, Lydia kralı Alyattes ile Med kralı Kyaxares’in İ.Ö. 590-585 yıllarında Halys (Kızılırmak) nehri boyunca yaptıkları savaşlar sonuç vermeyince, aradaki nehir sınır kabul edilerek anlaşmaya varılmıştır. Bundan sonra Pers kökenli II. Kyros (Keyhüsrev), İ.Ö. 550 yılında Med tahtını ele geçirerek Persler’in ve Medler’in kralı ünvanıyla Akhamenid İmparatorluğu’nu kurmuş, Lydia tahtına da Kroisos geçmiştir. Bu gelişmeler iki güç arasında yeni bir çatışmayı da gündeme getirmiştir. II. Kyros’un Pers egemenliğini kabul etmesi önerisi Kroisos tarafından reddedilince, Pers ve Lydia orduları İ.Ö. 547 yılında Kapadokya’daki Pteria şehri civarında karşı karşıya gelmiştir. Yapılan savaş sonuçsuz kalmakla birlikte, Kroisos yaklaşan kış şartlarında savaşın devam edemeyeceği düşüncesiyle Salihli yakınlarındaki başkenti Sardeis’e (Sard) çekilip paralı askerlerini dağıtmış, II. Kyros takibe geçip az sayıdaki Lydia kuvvetini bozguna uğratarak, Sardeis şehri de ele geçirilince, Lydia Devleti tarihten silinmiştir. Böylece tüm Anadolu’da olduğu gibi, Ankara’da da Pers hakimiyeti başlamıştır. Akhamenidler, fethettikleri bütün bölgelerde yaptıkları gibi, bir tür eyalet düzenlemesine giderek Anadolu’yu satraplıklara ayırmışlar, Ankara da önce İon-Lydia ve Daskyleion, daha sonra da Büyük Phrygia satraplıklarının bir şehri olarak sistem içerisindeki yerini almıştır. Bu dönemde, İran’daki Susa şehrinden başlayarak Sardeis şehrine kadar uzanan ünlü Kral Yolu’nun Ankara’dan geçtiği ve şehrin bu yol üzerindeki önemli ticaret merkezlerinden biri haline geldiği de bilinir.
Akhamenidler, son imparator III. Darius’un (Kodamanus) Makedonya Kralı Büyük İskender (III. Alexandros) karşısında tutunamayıp, İ.Ö. 333-330 yılları arasında yapılan savaşları kaybetmesi sonucu yıkılmıştır. Büyük İskender, doğu seferi sırasında İ.Ö. 334 yılında Hellespontos’u (Çanakkale Boğazı) aşarak Anadolu’ya girmiş, Pers satraplarıyla Granikos ırmağı (Biga çayı) yakınında yaptığı savaşı da kazanarak Gordion’a kadar ilerlemiştir. Kışı Gordion’da geçiren kral, bir söylentiye göre burada Phryg kralı Midas’ın Zeus Basileios Tapınağı’na adadığı arabanın boyunduruğunda bulunan ve çözenin Asya’nın hakimi olacağına inanılan kördüğümü de kılıcıyla keserek çözmüştür. Büyük İskender bundan sonra, İ.Ö. 333 yılı baharında Ankara’ya girmiş ve Anadolu’daki yolların kesişme noktasında bulunan bu şehri, ordunun ileri harekâtları için merkez olarak seçmiştir. Anadolu’da Helenistik Dönem’i (İ.Ö. 333-30) başlatan bu gelişmeden sonra, İ.Ö. 331 yılında Anadolu’daki Pers hakimiyeti tamamen sona ermiştir. Büyük İskender’in İ.Ö. 323 yılında ölümünden sonra ise, kurmuş olduğu imparatorluk kısa sürede parçalanmış, satraplıklar o zamana kadar imparatorluğa bağlı olan büyük komutanlar arasında paylaşılmış ve kurdukları devletler, genellikle kendi isimleriyle anılmıştır. Bu arada Ankara Bölgesi’nin de, bu asker yöneticiler arasında sık sık el değiştirdiği görülür. Phrygia satraplığına bağlı olan Ankara, önce İ.Ö. 321 yılında Antigonos Monoftalmos’un payına düşmüş, İ.Ö. 301 yılında Sultan Dağları’nın eteklerinde yer alan İpsos’da (Çay ilçesi yakını) yapılan savaştan sonra da Lysimakhos’un egemenliğine girmiştir
Bu karışık olayların yaşandığı yıllarda, Galatlar Orta Avrupa’dan kıtanın diğer bölgelerine; İspanya’ya, İtalya’ya, İngiltere Ada Toplulukları’na, Yunanistan’a ve bu arada Trakya üzerinden, ulaştıkları boğazları geçerek Anadolu’ya girmişlerdir. Tolistoboiler, Tektosaglar ve Trokmeler olmak üzere üç boy halinde Anadolu’ya geldikleri bilinen Galatlar, bundan sonra Sangarios (Sakarya) ile Halys (Kızılırmak) nehirleri arasındaki bölgeye yerleşmişler ve Kuzey Phrygia’yı kapsayan bu bölge artık Galatia adıyla anılmaya başlamıştır. Bu arada Ankara’ya Tektosaglar yerleşmiş ve şehir Galatlar’ın başkenti olmuştur. Galatlar’ın Bithynia kralı I. Nikomedes ve Pontos (Karadeniz kıyıları) kralı I. Mithridates ile birlikte hareket ederek, Seleukoslar ve Ptolemaioslar’a karşı savaştıkları bilinmektedir.
Anadolu’da bu gelişmeler yaşanırken, İ.Ö. 272 yılında İtalya birliğini sağlamış olan Roma, İ.Ö. 202 yılında tüm Batı Akdeniz’e egemen olmuş ve nüfuzunu Anadolu üzerinde de hissettirmeye başlamıştır. Kısa bir süre sonra Roma adına hareket eden konsül Manlius Vulso, İ.Ö. 189 yılında Anadolu’ya düzenlediği sefer sırasında, Roma’nın Seleukoslar ile yaptığı mücadelede karşı tarafta yer alan ve Bergama Krallığı’nı da rahatsız eden Galatları ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Konsül önce Tolisto-boi’leri yenerek Ankara’ya girmiş, bunun ardından da şehri terk ederek Magaba dağına çekilen Tektosaglar ile Trokmeler’in büyük bir kısmını yok etmiştir. Ancak, Romalılar ile Seleukoslar arasında İ.Ö. 188 yılında Apameia (Dinar) şehrinde yapılan antlaşmada, Galatlar’a yağmacılıktan vazgeçip kendi sınırları içinde kalmaları şartıyla Bergama Kralı II. Eumenes ile barış halinde kalabilecekleri bildirilmiştir. Daha sonra Bergama ile Bithynia arasında yapılan savaşta karşı tarafta yer almaları nedeniyle, II. Eumenes İ.Ö. 183 yılında Galatlar’ı yenerek bölgeyi kendine bağlamıştır. İ.Ö. 180 yılında da, Pontos kralı I. Farnakes’in kısa süre Galatia’yı işgal ettiği görülür. Bunun ardından İ.Ö. 168-166 yıllarında Bergama krallığına isyan eden Galatlar tekrar yenilmelerine rağmen, gönderdikleri elçiler sayesinde Romalılar’ın eski şartlarla kendilerine özgürlüklerini vermesini sağlamışlardır.
Son Bergama kralı III. Attalos’un, Bergama Krallığı ve hazinesini Roma’ya bıraktığını vasiyet ederek İ.Ö. 133 yılında ölmesi, Anadolu’da yeni gelişmelere yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi, Batı Anadolu’nun Asya eyaleti (Provincia Asia) adıyla bu tarihten itibaren Romalılar tarafından sahiplenilmesidir. Ancak, Bergama tahtında hak iddia ederek vasiyetnameyi tanımayan Aristonikos’un (III. Eumenes) isyanı bu durumu bir süre geciktirmiş, Romalılar, Bergama’yı ancak Konsül Marcus Ventus Perperna’nın İ.Ö. 130 yılında kazandığı zaferle ele geçirebilmiş, Asya eyaleti de İ.Ö. 129 yılında kurulmuştur. Bu arada Ankara şehrinin bağlı bulunduğu Büyük Phrygia, önce Roma’nın müttefiki Pontos kralı V. Mithridates’e verilmiş, bu kralın İ.Ö. 120 yılında öldürülmesi üzerine de geri alınarak eyalete bağlanmıştır. İ.Ö. 111′de Pontos tahtına çıkan VI. Mithridates’in (Eupator) Anadolu’yu ele geçirmek için harekete geçtiği görülür. Kralın bu isyanı, Pontoslular ile Romalılar arasında uzun yıllar sürecek kanlı savaşların başlangıcı olmuştur. Amacına kısa sürelerle de olsa ulaşabilen VI. Mithridates, İ.Ö. 106 ve İ.Ö. 73 yıllarında Phrygia’yı iki kez işgal etmiştir. Bu mücadeleler sonunda, Büyük Pompeius (Cnaeus Pompeius Magnus) komutasındaki Roma ordusu, İ.Ö. 66 yılında Lykos (Kelkit) nehri kıyılarında yapılan savaşta, Pontos kralını kesin bir yenilgiye uğratarak isyanı bastırmıştır. Büyük Pompeius’un Anadolu’yu yeniden düzene sokarken, özellikle İ.Ö. 73 yılında yapılan savaşlarda, Galatlar’ın Tolisto-boi boyu prenslerinden Deiotaros’a, “kral” ünvanıyla birlikte geniş topraklar verdiği de bilinir. Ankara’da Galatlar’a ait en önemli buluntu, Kazan ilçesi yakınlarındaki Karalar’da, İ.Ö. 40 yılında ölen Deiotarus’a ait tümülüstür. Galat Kralı Deiotarus’un mezarı içinde bulunan, kendisi ve karısı Kraliçe Berenikes için yazılmış yazıt Ankara ve çevresinin Galatlar tarihi açısından önemlidir. Deiotarus bu yazıtta, Tolisto-boi ve Trokmeler’in kralı, Romalıların dostu, Galatların Tetrarkh’ı (yöneticisi) olarak anılır. Ayrıca, ilk ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinemeyen Ankara Kalesi hakkındaki en eski bilgi de, Galatlar zamanında var olduğu şeklindedir.
Bundan sonra Anadolu’da Roma Dönemi’nin (İ.Ö. 30 – İ.S. 395) başladığı görülür. Roma’da uzun yıllar devam eden iç savaşların sonucunda yıpranan Cumhuriyet yönetimi değişmiş, Augustus (Octavianus) ile birlikte İ.Ö. 27 yılında İmparatorluk Dönemi’ne geçilmiştir.
İlk Roma imparatoru olan Augustus, kendisine bağlı Galatia kralı Amyntas’ın İ.Ö. 25 yılında öldürülmesi üzerine, Orta Anadolu’nun büyük bir kısmını kapsayan Galatia eyaletini (Provincia Galatia) kurmuş, Ankara şehri de İ.Ö. 21 yılından itibaren bu eyaletin başkenti (metropol) olmuştur. Bu durum, bazı idari değişiklikler ve imparatorluğun sıkışık zamanlarında yaşanan bazı saldırıların dışında, Roma İmparatorluğu’nun sonuna kadar hemen hemen aynı kalmıştır. Augustus (Octavianus), Roma eyaletlerinin yönetimine de bir yenilik getirerek, bunların idari yetkisini kendisi ile Cumhuriyet Dönemi’nde etkin bir kurum olan Senato arasında paylaştırmıştır. Buna göre, İmparatorluk eyaletleri adı verilen ve içlerinde askeri birlikler (Legion) bulunan eyaletlerin yönetimini Augustus (Octavianus) üstlenmiş, bu dönemde bazı hakları kısıtlanmış olan Senato ise Senato eyaletleri adı verilen güvenli eyaletlerin yönetimini almıştır. Augustus (Octavianus), yönetimini üstlendiği eyaletleri, senatörler arasından seçtiği kendisine vekalet eden valiler (Legati Augusti Propraetore) aracılığıyla idare etmiştir.
Anadolu’da Roma egemenliğinin başladığı sırada Asia (Batı Anadolu), Bithynia-Pontos (Doğu Marmara ve Karadeniz kıyıları) ve Cilicia (Kilikya, Mersin-Alanya) olmak üzere üç eyalet bulunmaktadır. Bunlardan Asia ile Bithynia-Pontos eyaletleri Senato, sınırda bulunan Cilicia eyaleti ise imparatorluk eyaletidir. Bunlara ek olarak, Roma’nın vasalı konumunda olan bazı yerel krallıklar da durumlarını korumuşlardır. Bu zamandaki en önemli vasal krallıklardan biri de, Amyntas’ın idaresinde olan Galatia’dır (Orta Anadolu). Roma’daki iç karışıklıklar sırasında Antonius’a karşı verdiği mücadelede Augustus’un (Octavianus) yanında yer alan Amyntas, bunun karşılığı olarak İ.Ö. 36 yılında kendisine Cilicia Thakheria’nın (Dağlık Kilikya) verilmesiyle ödüllendirilmiştir. Amyntas daha sonra topraklarını genişletmiş, önce İsaura (Konya’nın Bozkır Kasabası yakınındaki Çarşamba) ve Lykaonia’yı (Karaman) ele geçirmiş, ardından da Pisidia’nın (Burdur-Isparta) doğusunda bulunan Homadlar’ı egemenliği altına almıştır. Amyntas böylece önemli bir bölgeyi zaptetmesine rağmen, İ.Ö. 25 yılında mağlup ettiği şeflerden birinin karısı tarafından pusuya düşürülerek öldürülmüş ve bölgede meydana gelen otorite boşluğu karşısında da Augustus Galatia Eyaleti’ni (Provincia Galatia, Orta Anadolu) kurmak zorunda kalmıştır.
Augustus’un İ.Ö. 14 yılında ölmesinden sonra, yerine geçen üvey oğlu Tiberius Claudius Nero, Senato kararıyla Augustus’u tanrılaştırmış (divus) ve Augustus kültünü kurmuştur. Bu olay Roma’da bundan sonra gelenekselleşmiş ve halkı için yararlı işler yapan diğer bazı Roma imparatorları da tanrılaştırılmıştır. Augustus’un ölümünden önce yazdığı Augustus Vasiyetnamesi (Resgestae Divi Augusti), imparatorun isteklerini, imparatorluğun durumunu ve yaşamı boyunca yaptığı işlerin özetini anlatan bir metindir. Augustus’un Roma’daki Vesta rahibelerine verdiği bu metin, ölümünden sonra Senato’da okunmuş, isteği doğrultusunda Roma’daki tapınağına gönderilmiş ve tapınağın önüne dikilen iki sütuna da Tiberius Claudius Nero tarafından yazdırılmıştır. Bu metnin kopyalarının Roma eyaletlerinde yapılan diğer Augustus Tapınakları’na da gönderildiği bilinir. Ancak hem orijinal metin, hem de tapınaklarda bulunan yazıtların büyük bir kısmı zamanla yok olmuştur. En iyi korunmuş olanlardan biri, Galatia eyaletinin başkenti Ankara’da, Hacı Bayram Camii’nin yanında yer alan Augustus Tapınağı’nın duvarlarında Latince ve Yunanca olmak üzere iki dilde yazılmış olarak bulunur ve buluntu yerinden dolayı Ankara Anıtı (Monumentum Ancyranum) adıyla da anılır (Resim 1). Bu metnin ele geçen diğer örnekleri de yine Anadolu’dan tanınır, Pisidia Antiokheia’daki (Yalvaç) Augustus Tapınağı’nda Latince ve Apollonia’daki (Uluborlu) Augustus Tapınağı’nda da Yunanca yazılmış olarak görülür.
Anadolu’da Roma egemenliği sırasında yaşanan en önemli karışıklıklardan biri, İmparator Galliennus zamanında (İ.S. 253-268) İ.S. 267 yılında Avrupa’nın kuzeyinden gelen Gotlar’ın Phrygia (Eskişehir, Kütahya ve Afyon) ve Kappadokia’yı (Orta Anadolu’nun doğu kesimi) istila etmeleridir. İ.S. 238 yılından itibaren Carplar ve Vandallar ile birlikte Tuna nehrini geçerek Roma topraklarına giren Gotlar, İ.S. 251 yılından başlayarak önce Batı Anadolu ve ardından da Kuzey Anadolu topraklarını yağmalamaya başlamışlardır. Aynı yıllarda Anadolu’nun doğu bölgeleri de Sasaniler’in işgal tehdidiyle karşı karşıya bulunduğundan, Roma İmparatorluğu çok sıkışık bir durum yaşamıştır. Bu arada, Sasaniler’e karşı başarılı olan Roma’ya bağlı Suriyeli Palmyra prensi Odenathus, doğu bölgelerinin yönetimini üstlenmiştir. Ancak, İ.S. 267 yılında Phrygia ve Kappadokia’yı istila etmeye başlayan Gotlar’a karşı mücadeleye hazırlanan Odenathus kuzeni tarafından öldürülmüş ve karısı Zenobia kendini kraliçe ilan ederek kocasının egemenliğindeki toprakları idare etmeye başlamıştır. Zenobia, Galiennus’un yerine geçen Claudius’un (İ.S. 268-270) öldüğü sırada, Galatia eyaletine girerek egemenliğini Ankara’ya kadar yaymıştır. Bundan sonraki Roma imparatoru Domitius Aurelianus (İ.S. 270-275) ise imparatorluğun batısında düzeni sağladıktan sonra doğuya yönelmiş, Bithynia ve Galatia’yı kısa zamanda geçmiş, Antiokheia’ya (Antakya) kadar ilerlemiş, İ.S. 272 yılında yapılan iki savaş sonunda Zenobia’nın egemenliğine son vererek Palmyra’yı da yağmalamıştır.
Anadolu, Domitius Aurelianus’un ölümünden sonra yerine geçen Claudius Tacitus zamanında da (İ.S. 275-276) başka bir istilayla karşılaşmıştır. Azak Denizi’nin kuzeyinde bulunan Maeotidler, kısa sürede Pontos ve Galatia’yı yağmalayarak Cilicia’ya kadar ilerlemişler, ancak zamanında müdahale eden Claudius Tacitus tarafından geri püskürtülmüşlerdir.
Anadolu’da bu siyasi gelişmeler yaşanırken, Helenistik Dönem‘de önemi azalan “Kral yolu” nun yeniden canlanması ve özellikle İ.S. 2. yüzyılda yapılan yeni Roma yolları sayesinde Ankara şehri gelişimini sürdürmüştür. İ.S. 2.-3. yüzyıllarda günümüzdeki Hacettepe merkezi, Gençlik parkı ve Bentderesi’ne kadar yayılmış, İ.S. 270 yılında da etrafı surlarla çevrilmiştir. Yazılı belgeler sayesinde, şehrin İ.S. 2. yüzyılın başlarında on iki fül’e (phylai= idari bölge) bölündüğü bilinir. Roma İmparatorluğu’nun İ.S. 395 yılında Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmasından sonra da, Ankara ileride Bizans İmparatorluğu adını alacak Doğu Roma’nın payına düşmüştür. Ankara’daki Roma Devri’ne ait önemli yapı ve buluntular, Tiyatro, Augustus Tapınağı, Julianus Sütunu, Roma yolu, Sütunlu yol, Palaestra (spor alanı), Hamamlar, bazı su yolları ve yazıtlardır. Bunların dışında, açığa çıkarılamamış olmakla birlikte, antik döneme ait yazılı kaynaklar aracılığıyla şehirde iki bouleterion (meclis binası), amfitiyatro, hipodrom, agora (pazar yeri) ve bazı tapınakların bulunduğu da öğrenilmektedir. Ankara Kalesi’nin duvarlarında görülen Roma Devri’ne ait yazıtlı veya bezemeli birçok taş eser, sonraki dönemlerde kalede yapılan onarımlar sırasında yeri bilinmeyen bu yapılardan sökülmüş olmalıdır.
Ankara ve yakın çevresinde yer alan arkeolojik merkezlerde ele geçen eserlerden, Koçumbeli, Yalıncak ve bazı Phryg tümülüsü buluntuları Orta Doğu Teknik Üniversitesi Müzesi’nde, diğerleri ise Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir (BU).